Türkiye’nin devasa bir başıboş köpekler sorunu olduğu artık herkesin kabulü. Gelinen noktada – sorunun büyüklüğünden dolayı – çözüme yönelik çabaların tam ne olabileceği kestirilemezken, “insanın yararı”nın önüne “köpeğin yararı”nı koyanların çıkardığı gürültü ise her türlü akl-ı selim yaklaşımı işlevsiz kılıyor. Tartışmalara vicdan, merhamet, hayvan hakları, dini yaklaşım vb. gibi argümanlar da tutarsızca / çarpıtmalarla boca edilince işler iyice karışıyor.
İlk zamanlar köpek bir fetişti
İnsanların, tabiatın hemen her unsurunun içinde ruhlar olduğuna inandıkları çok eski devirlerde, köpeklere toplumun neredeyse tamamı tarafından “aşırı ilgi” gösterildiği biliniyordu. İlk evcilleştirilen hayvanlardan olan köpeklerin, o devirlerin kırsalla iç içe olan hayat pratiği çerçevesinde insanlara faydalı oluşu da bu türe karşı sıcak duyguların ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştı. Köpek, eski insan topluluklarının çoğunda dost, yol arkadaşı ve vefakâr bekçiydi. Yerleşim birimlerinin doğal ortamında köpeklerle ilgili fazlaca bir sorun da yaşanmamaktaydı.
İşte, bütün bu verili ortamda, köpekler gitgide bir fetiş, totem ve külte de dönüşmüştü. Uzakdoğu ve Ortadoğu dinlerinin birçoğunda zamanla “köpek tanrılar” bile görülmeye başlanmıştı. Bunların bolca heykelleri yapılıyor, küçük bibloları evlerde bulunduruluyor, üzerlerde taşınıyordu. Sümer, Akad, Çin, Mısır, Aztek inanışları ile kimi antik Yahudi mezheplerinde ölen kişiler, köpek heykeli hatta bazen bizzat sahip olunan köpekle birlikte gömülürdü. Kimi inançlarda diri diri kimilerinde ise sahibi ölünce köpek de öldürülerek bu törenler yapılırdı. Bazı eski Türk kabilelerinde de rastlanan bu inanca göre köpek, “cennete giden bilet”ti, “cehemmenin kapısındaki bekçi”ydi.
Sürü halinde dolaşan saldırgan köpekler eskiden de sorundu
Tarihin akışındaki bu tabloya rağmen, köpeklerle ilgili sorunlar yaşandığında esas olan ise toplumun faydasını öncelemekti. Antik çağlar geride kalıp, şehirleşme yaygınlaştıkça insanların toplu yaşamında köpeklerin zaman zaman sorunlara yol açtığı da görülmeye başlamıştı.
Köpeklerin sürü halinde dolaşmaları eski devir insanlarını da zaman zaman uğraştırmıştı. Yahudi şehirlerinde de, Hıristiyan toplumlarında da yerleşim birimlerine sürü halinde gelen köpeklerin insanlara saldırması, denk geldikleri cesetleri yemeleri, özellikle yeni yapılmış mezarlara saldırmaları tarihi kayıtlarda yer almıştı. Bu durumda ahali köpekleri etkisiz hale getirmek ya da şehrin dışına sürmek için bir araya gelirdi. Eski Yahudilik’te din adamları halka, köpeklerin zincirlerle kontrol altına alınmasını, bunun da çare olmadığı durumlarda köpeklerin şehir dışında, ıssız alanlara bırakılmasını emrediyordu. Bunun istisnası, uysal ve insanlara faydalı sadece köpeklerin evleri dışarıdan koruması noktasındaydı.
Öte yandan Romalılar, savaşı çok önemsedikleri için bu konuda köpeklerden de yararlanmışlardı. Kelimenin tam anlamıyla “gaddarca” yetiştirilen ve aşırı saldırgan olmaları beklenen köpekler, Roma ordusuyla birlikte seferlere götürülürlerdi. Zafer zamanları sorun yaşanmazken, eğer Roma ordusu mağlup olursa karşı tarafın orduları ile şehirleri saldırı altındaki halk, zaman zaman büyük köpek itlaflarına kalkışırdı. Roma ordusundaki köpekler, topluca imha edilirdi. Bu arada, Hıristiyanlığın ortaya çıkmasıyla birlikte bu yeni dine inananları sapkın Yahudiler olarak gören bazı Roma İmparatorlarının emriyle insanlar gibi “Yahudi köpekler”in de çarmıha gerildiğini not etmeli. Bir dönem bu yöntemle binlerce köpek öldürülmüştü.
Veba döneminde insanlar köpek de yemişti
Yine köpeklerden kaynaklanan tehlikelere karşı tutumlar salgın hastalıklar dönemlerinde görülürdü. Sık sık veba salgınlarının yaşandığı Orta Çağ Avrupası’nda köpeklerin tüyleri pireler için uygun bir ortam oluşturmaktaydı. Köpeklerin ev ve çarşılarda rahatça dolaşmaları, kara ve deniz yolculuklarına eşlik etmeleri riski daha da arttırmaktaydı. Bu nedenle şehir ve kasabaların çevresinde yaşayan köpekler, Avrupa’daki Kara Veba döneminde itlafa maruz kalıyordu. Dönemde tam bir kısır döngü vardı. Salgında hayatını kaybedenlerin sayısının çokluğundan dolayı hızla gömmek mümkün olmuyor, cesetler ortada kalıyor, köpekler de ölen insanları yiyordu. Öte yandan bazen de insanlar, veba bulaşacağını bile bile açlıktan dolayı ölmek üzere olan ya da ölen köpekleri yemişlerdi. Hatta bu dönemde, küçük çocuklarını öldürüp yiyen aileler bile görülmüştü.
Savaşlarda sürgün ve itlaf artardı
Avrupa’da o çağlarda ayrıca savaş ya da isyanlar nedeniyle ortaya çıkan sosyal çalkantılarda gıda tedariki her zora girdiğinde köy, kasaba ve şehirlerdeki köpekler saldırganlaşıyor, bunun üzerine de köpekler yerleşim birimlerinin dışına sürülüyor, etrafı çevrili alanlara konuluyor, çoğu zaman da toplu öldürmelerle ortadan kaldırılıyorlardı. 1760 yazının sonlarında Londra Belediyesi, şehirdeki kuduz köpek salgınından dolayı toplu itlaf kararı çıkarmıştı. Benzer davranışın yakın tarihteki örneklerinden bazıları da II. Dünya Savaşı döneminde görülmüştü. Yine gıda bulma endişesiyle İngiltere ve Fransa’da toplu köpek öldürmeleri gerçekleşmişti. Bu arada, Uzakdoğu ülkelerinde insanların beslenme geleneğinde köpeğe de yer olduğu için günümüzde de devam eden köpek kesimi de bu alandaki toplu öldürmelere konu olmakta.
Köpek “sosyal statü göstergesi” sayılmaya başlanınca
Veba salgınlarının sona ermesinin ardından ekonomik gelişmesi artan Avrupa’da sosyal etkinlikler de çoğalmış, bunların arasında avlanma öne çıkmıştı. Kendilerini “soylu” olarak adlandıran kesimler, pahalı bir uğraş olan avlanmada köpeklerden (tazılardan) yararlanmaya başlamıştı. Bu kesim, köpek beslemeyi gelişmiş bir sosyal statü olarak lanse ediyordu. Hâttâ bir dönem, fakirlerin tazı beslemesi yasaklanmıştı. Avlanmanın bir zorunluluktan ziyade, aristokratik bir eğlence haline gelmesiyle birlikte köpek beslemek, evin içinde köpek bulundurmak zenginlik alameti haline gelmişti. O döneme kadar ister zengin, ister fakir aileler olsun, köpekler evin içine pek alınmaz, sadece bahçelerde konutun korunması için bulundurulurdu. Bu arada Hıristiyan din adamlarının köpek beslemeye başlaması da toplumdaki köpeklere olan ilgiyi arttırmıştı.
Dar gelirli aileler de zengin evlerini taklit etmek için köpek beslemeye başlamışlar, bu arada melezleştirme çalışmalarıyla “süs köpeği” denilen türler de ortaya çıkmıştı. Yaygınlaşan köpek bakımı, beraberinde bir ticareti de getirmişti. Özellikle zenginlerin köpekleri için kaliteli malzemelerden yapılmış pahalı tasmalar, paltolar ve minderler üretilmeye başlamıştı.
Hz. Peygamber’den köpekler mücadele talimatı
Saldırgan köpeklerle mücadelede çokça tartışma konusu yapılmaya çalışılan İslam’ın yaklaşımı ise her zaman dengeli olmuştu. Kur’an ve Sünnet kaynaklarında, hayvanların insan hayatındaki yeri ve insanların onlara karşı sergilemesi gereken muamele hakkında bilgiler verilmiş, hayvanların diğer varlıklar arasındaki konumu ortaya konulmuştu. Hayvanlara yönelik en ufak bir eziyet bile ağır yasaklarla karşılanmıştı. İslam’daki nihaî yaklaşım ise hayvanların insanoğlunun hizmetinde olduğu ve bu nedenle de olağanüstü durumlarda önceliğin insana tanınacağı yönündeydi.
Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, ortaya toplumsal bir sorun çıktığında Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) devrinde ve bizzat O’nun emriyle köpeklerin toplatılması vakası görülmüştü. Sahabe’den Abdullâh b. Ömer, Hicret sonrası Medine’de Müslüman nüfusu artarken, bölgedeki şehirleşme sırasında köpeklerin hem sayısının çoğalması hem de aralarında bir salgın hastalık başlaması üzerine Resulullah’ın çevrenin köpeklerden arındırılması, salgın hastalığa yakalananların ise itlaf edilmesi emrini verdiğini aktarmıştı. Hz. Peygamber, bu kararın uygulanmasını yakinen takip etmişti.
Faydalı işler için yasak gevşetilmişti
Medine bölgesinin tehlikeli köpeklerden arındırılmasının ardından, köpeklerin toplum hayatındaki normal yaşantısı kontrollü bir şekilde yeniden başlamıştı. Peygamber Efendimiz, bir süre sonra ziraat, av ve bekçi köpeklerinin faydasından bahisle emrini kaldırmıştı. Hz. Peygamber, köpeklerin yıldırıcı özellikleri ve temizlik problemleri bulunduğuna dikkat çekerek, ihtiyaç olmaması durumunda köpek beslenmesine sıcak bakmamış, özellikle Namaz ibadetinin sıhhati açısından evin içine alınmasını ise kesinlikle yasaklamıştı. “Köpek giren eve melekler girmez.” Hadis-i Şerif’i de bu süreçte vazedilmişti.
Sonuç olarak; kuşu ölen bir çocuğa taziye ziyaretine giden, zayıf bir deveyi yük taşımada kullananları görünce “Allah’tan korkun!” ikazında bulunan, “Hayvanlara su vermede size sevap vardır.”, “Haksız yere bir serçeyi öldürenden Allah Teâlâ kıyâmet gününde hesap soracaktır.”, “Hayvanlara yumuşak davranın!” buyuran İslam Peygamberi’nin hayvanlara bakışı elbette makule endeksliydi. Zaten bu yaklaşımın bir yansıması olarak, tarih boyunca, İslam dünyasında toplumsal bir sorun yaşanmadıkça insanlarla hayvanların ilişkisinde kayda değer bir problem de görülmemişti.
– Irven M. Resnick, “İyi Köpek/Kötü Köpek: Ortaçağ Dini Polemiklerinde Köpekler”, Kanada Ortaçağ Derneği Yayınları, 2013
– Emily Savage, “Orta Çağ’da Köpekler”, Metropolitan Barcelona, 17 Şubat 2024
– Ömer Ali Özdemir, “Köpek Öldürme ile İlgili Hadis Rivayetlerinin Tahlili”, Nevşehir Hacıbektaş Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Umde Dini Tetkikler Dergisi, Aralık 2022
– Doç. Dr. Hüseyin Baysa, “Ev ve Süs Hayvanı Edinme Sâiklerinin Fıkhî Açıdan Tahlili”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, S. 38, 2021